I Want Out!



I want out, evet yeter yoruldum, sıkıldım, bıktım ve tükendim. O yüzden hocam I want out. İnsanların benden sürekli bişeyleri talep etmelerinden bıktım usandım. Hele birde ben bişey istemeyegöreyim ucuzlar pahalınır, kolaylar zorlaşır, mümkünler imkansız olur, nazın biri bin para olur. YETER! Kendimi yo-yo gibi hissediyorum artık; “at at, nasıl olsa ipi bende geri gelir”…………………….
Ben hayatı satranç gibi görmüyosam suçum ne? ailem, arkadaşlarım, işim, sevgilim benim için tek anlama geliyo “koşulsuz sevgi”. Anlayamadınız dimi?, merak etmeyin zaten anlamanızı beklemiyodum. Aslında benim için bu kadar basit yani biz satranç oynamıyoruz ki neden rakip oluyosunuz bana, neden hamleler yapıyosunuz sürekli şahımı devirmek için….. derdiniz buysa,istemeniz zaten yeter.
Ben hamleler yapamıyorum sizin gibi ööle şatafatlı 1o hamle sürecek, ben önümdeki yarattığınız tahtayı bile göremiyorumki 10 hamle soorasını göreyim. Ben hem sizin gibi şahımı korumuyorumki sıkı sıkı hemen sizin şahınızın yanına sürüyorum tek başına çırıl çıplakki tanışsınlar anlaşsınlar bir olsunlar diye, ama siz naapıyosunuz hemen aç kurtlar gibi saldırıyosunuz şahıma, aman ne mutlu hayatta 1 kişiyi daha yendiniz aferim kıçınız göğe ermiştir umarım.
Evet ben küçük düşünüyorum, hep küçük düşündüm ve düşünmeye devam edeceğim çünkü benim umutlarım, sevgim, hayallerim ve zekam çok büyük .
Biliyorum yarın sabah güneş gene doğacak ve ben onu kendimce gene selamlıyacağım, ama şu an karanlıktayım, soğuk, çıplağım ve deli gibi yaamur yağıyo ve ben şu şarkıyı bağırıyorum içimden avazım çıktığı kadar:

“From all lives beginning on
We are pushed in little forms
No one asks us how we like to be
In school they teach us what to think
But everyone says different things
But they’re all convinced that
They’re the ones to see

So they keep talking and they never stop
And at certain point you give it up
So the only thing that’s left to think is this

I want out... to live my life alone
I want out... leave me be
I want out... to do things on my own
I want out... to live my life and to be free

People tell me a and b
They tell me how I have to see
Things that I have seen already clear
So they push me then from side to side
They’re pushing me from black to white
They’re pushing till there’s nothing more to hear

But don’t push me to the maximum
Shut your mouth and take it home
cause I decide the way things gonna be

I want out... to live my life alone
I want out... leave me be
I want out... to do things on my own
I want out... to live my life and to be free

There’s a million ways to see the things in life
A million ways to be the fool
In the end of it, none of us is right
Sometimes we need to be alone

I want out... to live my life alone
I want out... leave me be
I want out... to do things on my own
I want out... to live my life and to be free
Kai HANSEN

Kediş



Yıl 2005 kış ayları, yer H.Ü jeolojideki odam nam-ı diğer “Bülent Baba Tekkesi”. Koridorda öğrenci gürültülerinin arasında bir miyavlama duymak o dönemde çok alışılageldik bir hal almıştı. Pis, beyaz renkli göğsünün üstüne siyah gri lekeleri olan minik bir kedi oda oda dolanıp yiyecek bişeyler, sıcak bi kucak arıyor. Belliki ev kedisi, çünkü sokakta barınamamış, dışarı çıkamıyor. Doğaldırki benim labratuvarada düzenli uğramalar da o döneme rastlar. Bilen bilir ben aslen köpeksevergillerdenim, ama bu fıncır aklımı almayı odama girmek için gözlerime baktığı ilk gün becermişti. Güzel bir kuru mama üstüne içilen süt, ve kaloriferin yanındaki koltukta bir uyku, soora sahiple yada köleyle (bakış açısı) oynanan oyunlar kalbimide almasını kolaylaştırdı. Gel zaman git zaman birbirimize iyice alıştık, hatta bazen benle derse bile gelirdi sevimli kedişim. Kediş, evet adı buydu, kediş…. Bi nikolodyon kahramanı kediş ve köpişin yarısı, kediş olanı. Belki bi sürü ismi daha vardı ama o benim için kedişti.





Bir sabah odama gitmeden direk naçoya uğradım kahvaltı için, o yüzden geç kaldım odayı açmaya, nerden bilebilirdimki kedişimin suyunun geldiğini, koridorlarda inleye inleye beni aradığını. Neyse öğrencilerden haber geldi abi koş kedin bi tuhaf diye. Kedişim doğurmak üzere ama yer yok koridorda olmazzzzzz. Hemen açtım odayı götürdüm yatırdım yatağına, ikimizinde ilkti galiba çünkü ne yapacağımızı bilemeden öylece bakındık birbirimize. O elimi yaladı ben patilerini sevdim….. derken acı hemde büyük bir acı, kediş inledi ağladı ıkındı ve dünya güzeli 3 yavru doğurdu 2 saat içinde. Hepsini yaladı temizledi ve pes düştü, son kalan enerjisiyle beni yanlız bırakarak baba olmanın getirdiği salaklıkla. Korktum once yavruları elime almayım diye, çok duydum çünkü “insan kokusu sinerse hayvan yavruya bakmaz” diye nasyonal coorafikte. Ama kediş ööle diildi uyanır uyanmaz yavruları elime alışımı izledi mutlu mutlu, minnacık şipşirin şeylermiş yav bu kedi yavruları. (Bence savaş alanlarına uçaktan bomba yerine yavru kedi atılmalı, bir anneden doğan hiçbir insan evladı bunları mıncırmaktan savaşamaz.)Yavrular büyürken kediş kendine çeki düzen vermeye başladı, pırıl pırıl, dünya güzeli bir kediye dönüştü. Yavrular büyüdü serpildi ve kedişle beraber koridorlarda gezinmeye başladı, tabi sorunlarla birlikte. Ogüne kadar herkezin bildiği sevdiği ama bilmemezlikten geldiği kedi ailesi artık sorun olmaya başladı, insanlar rahatsız oldular ve ben bölüm başkanı odasına davet edildim herzamanki gibi. Neyse yavrulara zaten bakamıyacağımı biliyodum ama bazen insan dertlerini “erteleme” yoluyla çözmeye gidiyor. Hemen herkezi aradım ve bakıcı aileler buldum. Önce beyaz burun gitti, kedişe benzeyen, aileyle hala görüşürüm pek mutlular. Peşinden siyah diğer adıyla yoda gitti Kayanın stüdyoya Mosh dediler ona orda, 2006 yılı kışı kötü haberi geldi askerdeyken bana, karşıdan karşıya geçerken araba çarpmış, ölmüş………. Zarif mosh, tatlı mosh.



Elimde yeşil kalmıştı sadece....bide kedişim. Derken yeşilde tatlı bir ailenin parçası olmak için bıraktı bizi başbaşa, yola çıktığımız gündeki gibi; kediş ve ben. Peşinden askerlik ve okuldan ayrılmak bizi tamamen ayırdı kedişle. Gerçi okula gidiyordum sürekli bahane uydurup kedişi görmeye ama eskisi gibi değildi herşey. İyice sokak kedisi olmuş, naçoda masalara çıkıp yemek dileniyodu. Ama herzamaki gibi çoooook tatlıydı. Uzundur görmedim kedişi, okula gitmedim yada naço tarafına inmedim ama hep aklımdaydı, neyer ne içer nerelerdedir diye. Bu sabah bütün sorularımın cevabını aldım, kediş bölümün alt katında depoların orda son uykusuna yatmış.

Yok yok üzülmedim, ne üzülcem sonuçta pis bir sokak kedisiydi, yemeğimi yerdi sütünü içerdi çeker giderdi, istediği zaman gelir kendini sevdirir istediği zaman pençeleriyle ellerimi parçalardı. İstediği yere istediği zaman kabahatini yapar, pis pis miyavlardı. Ne üzülceem arkasından.
Kediş……………………………………………………………………………………………………………………………….